18. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, Ankara, Turkey, 24 - 26 September 2025, pp.1, (Summary Text)
Devletin ‘ne’ olduğu, ‘neye’ ya da ‘kime’ hizmet ettiği sorusu, sadece tanımsal değil; aynı zamanda onun görünürlük ve anlamlandırma biçimlerini tartışmaya açan kurucu bir sorudur. Peki devleti bir toplum örgütlenmesinin kurumsal cisimleşmesi olan somut bir ‘aygıt’ olmanın ötesine taşıyıpdaha mikro bir düzlemdedevletin bireylerin anlam dünyasındaki karşılıklarına, gündelik pratikler içindeki tezahürlerine odaklandığımızda neler görebiliriz? Başka bir deyişle, devlete yalnızca ‘yukarıdan’ değil, ‘aşağıdan’ da bakmak, yani devletin sıradan yurttaşların bilişsel şemalarında bulduğu karşılıkları analiz nesnesi haline getirmek bize devletin bireysel tahayyüllerine dair neler söylebilir? Yeni olmayan bu soruları dert edindiği Devlet Üzerine’de Pierre Bourdieu, Spinoza’nın obsequium kavramına atıfta bulunarak devlete ya da toplumsal düzene duyulan hürmete, sembolik düzene olan katıksız saygıya dikkat çekmiştir. Bu ‘kabulleniş’, “bakış açılarının bakış açısı olarak” devlet düşüncesine doxa tarzı bir iştirak; devletin vatandaşların içinde doxa biçiminde doğallaşmasıdır. Bu çalışma, tam da bu ‘çetrefilli’ meseleyi ele almakta ve gündelik hayatın en sıradan anlarına, en silik edimlerine ya da en masum alışkanlıklarına dahi somut bir şekilde tezahür eden, üstelik yalnızca somut biçimlerde değil, soyut ve sezgisel düzeylerde de varlığını dayatan bu ‘devlet olmadan devlet’ halini irdelemeyi amaçlamaktadır. Üzerine sayısız kez yazılıp düşünülen ancak bir nihayete ermeyen ve her defasında yeni bir yüzle karşımıza çıkan bir tartışma alanı olarak devlet düşüncesinin ‘olağanlaşma yoluyla meşrulaştırılması’ bu metnin çabasında ‘yeni’ olarak görülebilecek ‘şey’dir. Amacımız, devletin fizikî ya da sembolik boyutlarda kendini dayatmasının ötesine geçmek, kişinin devleti içselleştirerek onun dilini, bakışını, hatta şiddetini gönüllü bir performansa dönüştürmesini tartışmaya açmaktır. Burada mevzubahis olan, öznenin devletin yerine geçerek onun adına konuşması, devleti kendi varlığında cisimleştirmesi ve kimi zaman devletten öncedevlet adına konuşmasıdır. Aşırı sağın gölgesinin dünyanın her yanını kuşattığı ‘çoklu felaketler’ çağında, yurttaşlar devlet aklı denilen müphemliğin/katîliğin izlerini kendi öznelliklerine yerleştirerek, onun adına konuşan, onun adına susan ya da susturan birer ‘gönüllü jandarma’ya dönüşmektedir. Bu çalışma, Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ından esinlenerek öznenin kendi tahakkümünün mimarı olmasını, adeta devletleşmesini ve nihayetinde “içindeki devlet”i anlamaya çabalamaktadır. Çalışma “içimizdeki devlet” iddiasını Türkiye bağlamında tartışmaya açarak, devletin yalnızca dışsal ve kurumsal somut bir aygıt olarak değil, öznenin zihin dünyasında, duygulanım biçimlerinde ve eyleyiş tarzlarında nasıl içselleştirildiğini görünür kılmayı amaçlamaktadır.