Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2010
Hoşgörü ya da müsamaha, öteden beri dinî,
siyasi, etnik bağlamda insanlığın gündemini
meşgul eden önemli bir konudur.
Hoşgörü denildiğinde hemen herkesin zihin
dünyasında içeriği farklı da olsa ön kabul ve yaşanan çevre ile ilintili olarak bir takım çağrışımlar ve algılamalar gündeme gelmektedir.
İçeriği nasıl ve ne şekilde doldurulursa doldurulsun, insanlığın huzur ve barış içinde, hak ve
hukukun teminat altında olduğu bir ortamın
oluşturulmasında hoşgörü önemli ve belki de
en etkin unsurdur.İnsanın sahip olduğu inancı,
değerleri, düşünceleri ifade edebilmesi, başkalarının hak ve hukukuna zarar vermeden kendi
gibi yaşayabilmesi ve bu yaşam biçiminin diğerleri tarafından müsamaha ve anlayışla karşılanması hoşgörünün sağladığı belli başlı kazanımlardır.
Ontolojik açıdan tarihin ne kadar derinliklerine gidebilirsek gidelim en eski insan topluluğundan günümüze değin hiçbir toplulukta
dinî,siyasi,sosyal ve düşünsel bazda bir yeknesaklık olduğunu görmemiz mümkün değildir.
Farklılıklar, insanlığın bir gerçeği olarak
devam etmektedir. Farklılıkları, huzur ve barış
içinde bir arada tutabilmenin zeminini şüphesiz hoşgörü olgusu teşkil eder. Din, bu anlamda
farklılıkları yok etme yerine onların haklarına saygı göstermeyi ve de onları birer düşmanlık
ve çatışma sebebi değil kültürel birer zenginlik
olarak telakki etmeyi öğütler. Öyle ki, dillerin,
renklerin çeşniliği, düşmanlık ve nefret gerekçesi değil ilahi kudretin varlığının delilleri olarak nitelendirilir