islamiyat, vol.2, no.2, pp.121-137, 1999 (Peer-Reviewed Journal)
Düşünme ve inanma, insanı diğer
canlılardan ayıran en belirgin niteliklerdir.
Belki de bu nitelikler, insanı insan yapan en önemli olgulardır. Şu bir
gerçek ki, insan denilen varlık, tarih boyunca doğru ya da yanlış da olsa
düşünmüş ve inanmıştır. Öyle ki, her iki nitelikte insanlığın tarihi kadar eski
ve de köklüdür.
İslâm dini, kişileri akıllarını kullanmaya davet eder. O denli ki, Kur’an-ı Kerim’de değişik köklerden türemekle birlikte, insanları düşünmeye, ibret almaya, ders çıkarmaya, Allah’a imana çağıran sûre hatta sahife neredeyse yoktur. Allah’ın insanlara bir nimet olarak bahşettiği aklı, hür bir şekilde kullanmayı ve teffekkürü öneren bir çok âyet vardır. Kur’an-ı Kerim, bir taraftan insanların akıllarını kullanmalarını, düşünme gücünü işletmelerini emrederken, diğer taraftan da başkalarını bilinçsizce taklidi, hurafe ve vehimlere inanmayı ayıplamıştır.Örneğin, “ Onlara: “ Allah’ın indirdiğine uyun.” denilince, “Hayır” atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız.” derler; ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?” buyurulmaktadır. Bu âyet, insanın bilinçsizce, körükörüne başkalarını taklidi ve bu taklit üzerine din anlayışının oturtulmasının ne derece riskli olduğunu ifade etmektedir. Bu nedenle İslâm, düşünme yetisine sahip insanların, bu kabiliyetlerini kullanmalarını önermektedir.
İnceleme konumuz olan irtidad suçu gündeme getirilerek İslâm’da inanç ve düşünce özgürlüğünün bulunmadığı iddia edilmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir çok âyet ve hadisle insanları düşünmeye sevkeden bir dinde, düşünce özgürlüğünün bulunmadığı iddiası isabetli olmasa gerektir.Herşeyden önce bütün emir ve yasaklarında, akıl sahibi insanı muhatab kabul eden bir dinin, aklın en tabii fonksiyonu olan düşünceye kilit vurması düşünülemez.