Tarihten Romana Malazgirt


Creative Commons License

Nar M. (Editor), Tuğrul M. (Editor)

Türkiye Yazarlar Birligi, Ankara, 2020

  • Publication Type: Book / Vocational Book
  • Publication Date: 2020
  • Publisher: Türkiye Yazarlar Birligi
  • City: Ankara
  • Ankara Yıldırım Beyazıt University Affiliated: Yes

Abstract

Sosyal bilimler, aynı havzada yaşayan ve birbirini besleyen bir disiplinler bütünüdür. Bu disiplinler zaman zaman aynı mecrada birbiriyle etkileşime girip ortak metodik imkânlardan istifade edebilmektedir. Bu sebeple tarihle edebiyat arasındaki ilişkiyi de sosyal bilimler çatısı altında cereyan eden disiplinler arası etkileşimin önemli cüzlerinden biri olarak kabul etmek gerekir. Bazen tarihi vesikalar edebiyatçının anlatısında yeniden hayat bulurken bazen de bir romanın muhtevası tarihçinin kaynakları arasına girebilmektedir. Bu çift yönlü ilişki genellikle yatay bir şekilde gelişmekte ve iki taraf arasındaki ilişkiyi sürekli zinde tutmaktadır.

Roman, tarihi vakayı yalın gerçekliğin sınırlarında tutarak daha estetik bir kalıpta ifade edebildiği gibi, hakikatte vuku bulmamış olaylar ve yaşamamış karakterler kurgulayarak onları tarihi malzemeyle harmanlayabilir. Bu kurgusal hikâye ve karakterleri de vermek istediği mesaja hizmet edecek doğrultuda istihdam eder. Fakat genellikle edebiyatçı için anlatım -kurgu ya da gerçek olsun- olaylardan daha önemli bir yerde konumlanır.

Tarih disiplini bir bütün olarak romandan çok daha eski bir uğraşı olmasına rağmen, romancının ifade ve kurgu imkânı tarihçiden çok daha geniştir. Tarihçi ancak ulaşabildiği ve konuşturabildiği kaynaklar muvacehesinde yazabilir. Tarihi vesikaların veya tarihçiye kaynaklık edecek diğer materyallerin suskun kaldığı yerde onun kalemi de sükût eder. Tarih, romancı için çok önemli bir malzeme ve bilgi deposu işlevi görse de romanın tarihçi için ifade ettiği kaynaklık değeri bütün tarih otoriteleri tarafından aynı şekilde yorumlanmamaktadır. Buna karşın roman ile tarih arasında her geçen gün biraz daha gelişen ve profesyonelleşen bir ilişki mevcuttur. Özellikle tarihin kendine yeterli özgürlük alanı bulamadığı ya da hâkim sultanın denetim ve sınırları içinde faaliyet gösterebildiği cumhuriyetin ilk yıllarından başlamak üzere tarihi romanlar, yaşanan siyasi ve toplumsal hadiselerin aktarımını bir dereceye kadar mümkün kılan önemli bir araç işlevi görmüştür. Bu yönüyle roman, edebiyat türleri içerisinde tarihle iç içe geçmek konusunda en elverişli alanlardan biri durumundadır.

Günümüze geldiğimizde tarihle roman arasındaki ilişki toplumsal ve bilimsel fonksiyonların sınırlarını da aşmış bir reyting ve kazanç unsuruna dönüşmüştür. Her geçen gün bu ilişkinin bir meyvesi olarak yeni tarihi romanlar yazılmakta ve tarih temalı film ve diziler çekilmektedir. Fakat maalesef bu yazılı ve görsel ürünlerin kahir ekseriyetinin tarihi gerçeklerle kurdukları bağ oldukça zayıftır. Yine de bu ilişkinin bütünüyle tarihin aleyhine ve romanın lehine bir ilişki olmadığını söylemek gerekir.

Tarihçi, uzmanlığını popüler bir ürüne dönüştürmek konusunda romancı kadar talihli değildir. Bu duruma sebep olarak sadece tarihin bilimsel sınırlarını ve anlatım kısıtlarını göstermek yeterince gerçekçi ve ikna edici olmamaktadır. Zira ülkemizde yazılan tarih metinlerinin romanlara kıyasla ortalama okuyucunun ruhunu yakalayacak bir retorikten yoksun olduğu sosyal bilim çevrelerinde sıklıkla gündeme gelen bir meseledir.

Dördüncüsü Malazgirt’te düzenlenen “Milletlerarası Tarihî Roman, Romanda Tarih Bilgi Şöleni” nin bu yılki özel teması, faaliyetin icra edildiği mekândan da anlaşılacağı üzere Malazgirt zaferiydi. Bu zaferin Müslüman Türk tarihi için ifade ettiği önem, maalesef uzun bir süre boyunca yadsındı ya da hak ettiği düzeyde bir ilgi ve ihtimama muhatap olamadı. Elbette bu durumun temel müsebbibi; meşruiyetini Müslüman-Türk kökenlerini unutturmak ve karalamaktan devşirebileceğini düşünen zihniyet ve mümessilleriydi. Ancak son dönemlerde Müslüman-Türk tarihine yönelik yaklaşımların daha bilimsel ve objektif bir mahiyet kazanmasıyla beraber, Malazgirt ve Alparslan yazınında eskiye kıyasla ciddi bir hareketlenme oldu. Bununla beraber şu ana kadar Malazgirt zaferini konu edinen edebi ve tarihi teliflerin hala bu hadisenin ehemmiyetini karşılamaktan uzak bir kemiyet ve keyfiyette olduğu muhakkaktır.

Malazgirt Zaferi, Müslüman Türk varlığının Anadolu’da daimî ve muhkem bir hal almasını temin eden en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu zaferle beraber Anadolu, Müslüman Türklerin uzak akınlar yaptığı düşman bir coğrafya olmaktan çıkmış, onları kucaklayan ebedi bir vatan toprağına dönüşmüştür. Bu büyük zaferin Anadolu coğrafyasına serptiği nüveler, Selçuklu ve Osmanlı gibi çok önemli iki Müslüman Türk devletini netice verdiği gibi, Osmanlı’nın sukutunun peşi sıra zuhur edecek Türkiye Cumhuriyeti’nin müdafaa sathını ve sınırlarını da tayin etmiştir. Dolayısıyla bu zafer sadece dünde kalmış tarihi bir hadise değildir. Bugün hala yaşayan ve istikbalin hadiselerine tesir edebilen capcanlı ve terütaze bir zaferdir.

Türkiye’nin dört bir yanından gelerek şifahi ve yazılı katkılarıyla bu eserin vücut bulmasına vesile olan bütün kıymetli yazar ve akademisyen katılımcılara, Malazgirt Belediyesi, Malazgirt Kaymakamlığı, Muş Alparslan Üniversitesi ve Türk Tarih Kurumuna teşekkürü büyük bir borç biliriz. Ayrıca bu eserin dipnotlarının düzeltilmesi hususunda büyük bir mesai ve gayret sarf eden sevgili öğrencimiz Mustafa Kaya’ya da müteşekkir olduğumuzu ifade etmek isteriz. Bu eser, bilgi şöleninin açılışına iştirak edip veciz bir konuşma yaptıktan çok kısa bir süre sonra geçirdiği elim bir trafik kazası neticesinde aramızdan ayrılan Kültür Bakan Yardımcımız Prof. Dr. Halûk Dursun’a ithaf edilmiştir. Hocamız diyar-ı ahere irtihal etse de ilmî eserleri ve “Fırat ve Dicle’nin kuzularını çakallara kaptırmamak” için verdiği mücadelesiyle gönüllerimizde ve hiçbir ölümün söndüremediği mana âleminde ilelebet yaşayacaktır. Temennimiz odur ki hocamızın davası yerde kalmayacak, her daim onu yüklenip sahiplenecek cesur ve cevval dimağlar bulunacaktır. Kıymetli Hocamızı rahmetle anıyoruz...